Michelangelo Buonarroti, 1475’te Caprese’de doğup Floransa’da büyüyen ve Rönesans’ın hem kas hem zihin gücünü tek bedende toplayan o olağanüstü figürdü; genç yaşta Medici sarayında heykelle tanıştı, antik dünyanın taşlarını adeta yeniden konuşturan bir yeteneğe sahip olduğu erkenden fark edildi. 1496’da Roma’ya gidişi kader çizgisini sertçe yukarı kırdı; Pietà’yı (1498–1499) yonttuğunda daha yirmilerindeydi ve mermeri neredeyse insan derisi kadar yumuşak gösteren o gizemli virtüozitesi herkesin dikkatini üzerine topladı. 1501’de Floransa’ya dönmesiyle birlikte David doğdu; 1504’te tamamlanan bu heykel hem şehir cumhuriyetinin politik simgesine hem de sanat tarihinde anatominin doruk anlatımlarından birine dönüştü. 1508–1512 arasında Papa II. Julius’un çağrısıyla Sistina Şapeli’nin tavan fresklerini yaptı; bu görsel evren, insanın yaratılış, düşüş ve kurtuluş döngüsünü kozmik bir tiyatro gibi sunarak Batı sanatının temel referans haritasına dönüştü. 1534’te Roma’ya yerleşti ve Kıyamet Günü freski (1536–1541) ile insanlığın hesaplaşma anını titrek, gergin ve ürpertici bir gerçeklikle resmetti. Aynı dönemde yalnız bir ressam ve heykeltıraş değil, aynı zamanda büyük bir mimar olarak da öne çıktı; 1547’den itibaren Aziz Petrus Bazilikası’nın baş mimarlığını üstlendi ve kubbenin bugün tanıdığımız dramatik formunu tasarlayarak hem şehir manzarasını hem mimarlık tarihini kalıcı biçimde şekillendirdi. 1564’te Roma’da öldüğünde ardında yalnızca görkemli eserler değil, aynı zamanda insan bedeninin, ruhunun ve yaratım kudretinin ne olduğuna dair çağlar boyunca sürecek bir entelektüel miras bıraktı; Michelangelo’nun yaşam hattı, sanatçının yalnızca görüleni tasvir etmediğini, insan varoluşunun iç gerilimini de yontup boyayabileceğini kanıtlayan bir yolculuktu.
Bu bölümde henüz eser bulunmamaktadır.